GOL MAKİNESİ DEDİLER, TIRAŞ MAKİNESİ ÇIKTI... (4. Diyalog)

 

 Yer: Kırklareli    


İki yakın arkadaş, öğlen vakti Kırklareli Sancaktar Caddesi'nden stadyuma doğru yürürken sohbet ederler

Ramiz (45-50 yaşlarında): -E anlamam be ya! Zaman daraldı, şunun şurasında ne kaldı ki… Ha Mustafa? Yanlış mıyım, ne dersin be ya?

Mustafa (50-55 yaşlarında): -Neye az kaldı Ramiz, maça mı?

Ramiz: -Ne maçı be gızanım ya! Yuh! İki saattir konuşuyorum burada. Boşuna mı konuşurum be ya? Seçime diyorum, az kaldı diyorum, bizimkiler diyorum, hala düşünür diyorum…

Mustafa: -Düşünsünler, bırak! Biz de düşünüyoruz işte, kötü mü?

Ramiz: Sen ne düşünürsün be ya?

Mustafa: -Onların düşünemediklerini!

Remiz: -Onlar her şeyi düşünür be! Meraka etme sen... Eeepsi akıllı adamlar; Atatürkçü, laik, okumuş adamlar... Sen kimsin ki onların düşünemediklerini düşünürsün be ya?

Mustafa: -“Faik abimiz" diyorsun, "bizim yerimize düşünür” diyorsun yani, öyle mi?

Ramiz: -Kadro sağlam abim be ya! Aday bir belli olsun bak gör, heyecan tavan yapar, alırız maçı. İnanırım ben...

Mustafa: -Ramiz bak, “sağlam” dediğin kadrodan sana birkaç kişiyi sayayım mı şimdi? Bakalım sağlam mı, değil mi... Kızmaca yok ama!  Söz mü?

Ramiz: -E say bakalım! 

Mustafa: -Bak, hatırladığım kadarıyla, yirmili otuzlu yaşlarımdayken girdiğimiz üç seçimden de yenilgiyle ayrılmıştık. Sonra, o ayıplı kaset olayı ile bize zorla transfer ettirilen ve gol makinesi olacağı iddia edilen ileri uç adam, tek gol atamadan tam on defa daha peş peşe yenilmemize neden oldu. On altı sezondur tek gol atamadı be ya! Gol makinesi diye alındı; tıraş makinesi çıktı… Bu biiiir!

Sana göre 'sağlam takım'ın sağlam oyuncusu Faik’i en son nerede görmüştük aatırlar mısın gızanım? eski Merkez Bankası başkanıyla birlikte, İMF’nin tefecileriyle gizlice bir otel odasında basıldığında görmüştük aatırladın mı? Şimdi sen bu adama devletin kasasını teslim eder misin? Bu ikiiii!

Diş ilişkilerden sorumlu Ünal ÇEVİKÖZ’ü bilir misin be gızanım? Niye başını eğdin kardeşim? Yüzüme bak! Hani, Azerbaycan'a yardım etmemizi ayıplamıştı, suçlamıştı devletimizi! Mavi Vatanımız konusundaki haklarımızı yok sayarak Yunan tarafının haklı olduğunu söylemişti de, ağlatmıştı ikimizi!

Kısa bir sessizlikten sonra, Mustafa konuşmasına devam eder: -Tamam, Ramiz’im kızma be ya! O bahsettiğin kadrodan en çok kime güvendiğini söyle, onu konuşalım be ya! Üzülme be kızanım! Kaldır başını, bak bana! İstanbul’daki terör eylemi ile birlikte Suriye sınırından topraklarımıza attıkları havanlarla vatandaşlarımızı şehit edenler kim be kardeşim? E bütün dünya biliyor ya…

Ha, bizim kadrolara bakılırsa, PKK da, PYD de terör örgütü değilmiş! Öyle değil mi Ramiz’im? Hım, gızanım söyle! Sezgin’i bilir misin? Hani eski Diyarbakır Barosu başkanı vardı ya? Ha, işte O da; bizim tıraş makinemiz de PYD’yi terör örgütü olarak görmediklerini açık açık söylemediler mi? 

    Başını yerden kaldırmadan dinleyen Ramiz’in haline acıyan Mustafa sesini yumuşatır ve şefkate: -Üzülme kardeşim be ya! Biz, hayallerle kendimizi avuttukça O’nlar da Atatürk’ümüzün arkasında saklanarak seni, beni, bizi rahatça kandırıyorlar işte... Üzülme be Ramiz! Doğrul ve bakıver bana! Eep kendini cezalandırma be ya! Başımızı yere eğdirenleri cezalandırmanın vakti gelmedi mi?  

İblis (sinsice ikilinin yanına yaklaşarak): -Merhaba arkadaşlar! Biraz önce yanınızdan geçerken istemeden de olsa sohbetinize kulak misafiri oldum. O kadar önemli bir konuda konuşuyordunuz ki, konuşmanızın devamın duyabilmek için bir süre sizi sessizce takip ettim. Yanlış anlamayın! Sizden çok şey öğrendim bu kısa süre içerisinde ama izin verirseniz, konuştuğunuz konuyla ilgili bir endişemi sizinle paylaşmak isterim, müsaade eder misiniz?

Şaşkınlıkla bakışan iki arkadaş, iblisin kibar teklifini nezaketen kabul ederler.

İblis (Ramiz'i ikna etmek ister ama bilerek Mustafa’ya hitaben konuşur): -Söyledikleriniz karşısında etkilenmemek mümkün değil elbette. Gerçi, biraz duygusallıkla hareket ediyorsunuz ama olsun, ziyanı yok! Demokratik tepkilerimizi uygar bir şekilde dışa vurmak zaten bizim genel karakterimizdir. Benim asıl endişem; yönetimine olan kızgınlığımızı, Atatürk’ümüzün emanetine zarar verecek şekilde CHP'nin kurumsal kimliğine yöneltmemizdir. Haksız ve ağır eleştiriler, herkesten çok partimize zarar veriyor! Yönetimler gelip geçicidir ama partimizin ilelebet yaşaması için bizim de ilelebet partimizin arkasında durmamız gerekmez mi? Biz dimdik ayakta durmazsak, partimiz de ayakta duramaz.

Kısa süreli bir sessizlikten sonra Ramiz tanımadığı muhatabının gözlerine kilitlenerek konuşmayı sonlandırır.

Ramiz: -Kızım sana söylerim, gelinim sen anla! Öyle mi be ya? Görür müsün be Mustafa? Atatürk’ümüzün arkasında saklanarak seni, beni, bizi rahatça kandırabileceklerini sanırlar be ya! 

 

Yarın 5. Diyalogumuzda görüşmek üzere

 

Unutmayın! Toplumsal diyaloglar; belirlenmiş cevap şıklarına hapsedilemeyen en gerçekçi anketlerdir.

Yorumlar

Yorum Gönder