ALLAH-U EKBER!.. (10. Bölüm)

 

Yer: Kahramanmaraş  (10. Bölüm)

 

Trabzon Bulvarı üzerindeki enkazlarından canlar çıkarıldığını müjdeleyen “Allah-u Ekber!” nidalarından çok etkilenen Tuncer, iç sesine karşı kayamaz ve bir başına kalabileceği en uygun mekâna doğru yöneldiği anda, karşısına iblis çıkar. Tuncer'i uzaktan takip eden arkadaşları ise şaşkınlık içindedirler.

Abdurrahman heyecanla: -Yılmaz, görebiliyor musun, Tuncer, Yavuz Selim Camii önünde birisiyle konuşuyor sanki?

Yılmaz merakla: -Ciddi misin? Ben tam seçemiyorum da...

Abdurrahman: -Biraz yaklaşalım istersen, ne konuştuklarını da duymak istiyorum. Baksana, Tuncer biraz da gergin gibi!

Olan biteni anlamak için sessizce yaklaşan iki arkadaş, konuşulanları daha iyi duyarlar. 

Bu arada, iblisin ağlayarak, "yol yok, yardım yok, çadır yok, yemek yok, su yok, elektrik yok, doğal gaz yok, tuvalet yok, yok ta yok, yok ta yok!" diye şikayetlerini sıralaması karşısında Tuncer dayanamaz.

Tuncer: -“Yardım yok!” diyorsun ama bak, kulak ver! "Allah-u Ekber!" seslerini duyuyor musun? Ha, işte bu sesler, enkazdan çıkarılan canlara duyulan sevinç çığlıklarıdır!

İblis, merdan bir tavırla: -Bilirim, bilirim, bilmez miyim? Bir ibadet ifadesini, şeriatçı eylemlerde slogan haline getirenleri de çok iyi bilirim ben...

Tuncer hayretle ve ağlamaklı: -Slogan mı? Bu ülkede her gün beş vakit, minarelerden bu nidalar yükselmiyor mu? Biz bu ülkede yaşamıyor muyuz, bilmiyor muyuz bunu? Üstelik, "canlar kurtarılıyor!" diyorum ben! "Allah-u Ekber!" diyerek deprem enkazlarından canları kurtaranlar da bizim insanlarımız… Unutma, onlar Müslüman!.. Oğlum da o e… Eki… Ekipte…

Boğazı düğümlenen Tuncer, kısa bir sessizlikten sonra toparlanır ve bu defa sesini yükselterek konuşur.

Tuncer: -“Yemek yok, su yok!” diye şikayet ediyorsun ama aralıksız yemek hizmeti veren birçok seyyar mutfak gördüm ben! Birinde de kızım… Evet, kızım gön… gönüllü...

Tuncer'in hiddetinden çekinen arkadaşları, müdahale etmek için koşarak yanına gittiklerinde, hırsından Tuncer'in ağladığına; bağırdığı kişinin ise yıkıntılar arasında yılan gibi akıp kaybolduğuna tanık olurlar.

Abdurrahman: -Ne oldu kardeşim, kimdi o? Niye ağlıyorsun söyle? Bak, biraz ötede devriye gezen askerleri görüyorum! Gerekirse…

Tuncer araya girer: -Yok, kardeşim yok, gerek yok! Sinirlerim bozuldu o kadar… “Enkazın altında kalan kızıma kimse yardım etmiyor!” diye ağlayıp sızlanınca, inandım... Acıdım tabi, yardım etmek istedim ama gözlerimin içine baka baka peş peşe yalanları sıralayınca dayanamadım! Gerçi, iyi bir dayağı hakketmişti ama bu haldeyken yapamadım işte... Neyse, beni burada biraz bekleyin, hemen denerim!

Önünde durduğu camiye çamurlu ayakkabılarını çıkararak giren Tuncer, birkaç saniye kaldıktan sonra hemen çıkar. Buna bir anlam veremeyen arkadaşları, kendi aralarında fısıldayarak konuşurlar.

Abdurrahman: -Alla ala! İçeride kalmadı hiç; hemen çıktı camiden... Haaa, anladıııım!

Yılmaz: -Abi ne anladın ya, bana da söyle, kafayı yedirtme bana! Ne bu gizem?

Abdurrahman: -Şşş, gizem değil Yılmaz! Açık, her şey çok açık… Camii kalabalık olunca çekindi anlasana! Anlamadın değil mi? Şöyle söyleyeyim o zaman; çocuklarını sağ salim bulduktan sonra, Tuncer'in yüreğinde bir şeylerin filizlendiğini düşünüyorum…

Yılmaz: -Abi Tuncer’in dini inancı inancı yok ki, gece kalacak yer bakıyordur O…  (Devamı yarın) 

Yarın 11. Ve Son Bölümde görüşmek üzere…

                                                                 

Görüş ve önerilerinizle birlikte, yazmış olduğumuz deprem diyaloglarına eklenebilecek yaşanmışlıkları, bilgi ve fotoğrafları, paylaşılmak üzere sayfamızın altındaki ‘yorum girin’ bölümüne veya efraimasafdogan@gmail.com adresine yazınız/gönderiniz lütfen!

Yorumlar