Yer: Kahramanmaraş (2. Bölüm)
Tuncer ve arkadaşları otomobilleriyle geçtikleri
Tarsus, Kozan, Kadirli istikameti boyunca, depremin yıkıcı etkilerine tanık
olurlarken, öğleden sonra vardıkları Kahramanmaraş’a yakın bir yerde ise, daha önce hiç duymadıkları korkunç bir uğultu ve arkasından çok şiddetli bir depremle karşılaşırlar! Kıyameti hatırlatan sarsıntılardan
sonra, araçtan inip şehre uzaktan baktıklarında, toz bulutları arasındaki yıkıntıları ve mahşeri kalabalıkları görürler. Artık, Tuncer ve arkadaşlarının yüreklerinde taşıdıkları endişenin yerini, derin ve tarifi
imkânsız korkular alır…
Tam bu sırada, iblis ile birlikte
kamera ve mikrofonuyla bir ekip yaklaşır.
İblis: -Merhabalar, merhabalar, geçmiş olsun!
Yılmaz (45-50
yaşlarında): -Merhaba arkadaşım! Geçmiş
olsun, hepimize geçmiş olsun!
Abdurrahman
(50-55 yaşlarında) kerhen:
-Merhaba, merhaba!
Tuncer (50-55 yaşlarında) konuşacak halde
değildir…
İblis: -Anladığım kadarıyla
şehre gidiyorsunuz? Yani bu halde şehre girmek nasıl olur bilmiyorum... Ne
yardım var, nede başka bir şey! Saatlerdir yollardayım ve biraz önce de Maraş’taydım;
insanlarla, depremzedelerle konuştum, hepsi ağlıyor, hepsi şikâyetçi, hepsi
perişan! Yolların halini görüyorsunuz işte; yollar bu haldeyken, kimse gelmek
bile istemez buralara ve korkarım ki…
Abdurrahman
araya girer: -Ne demek, “gelmek
bile istemez!” Bak, biz Mersin’den geliyoruz ve yol boyunca gördüğümüz ilk şey;
öncelikle bozulan yolların tamiri ile oluşan derin yarıkların doldurulması çalışmalarıydı…
Sonra, iş araçları ve yardım konvoylarını da bizzat gördük… Saatleredir
yollarda olduğunuzu söylüyorsunuz ya, siz görmediniz mi? Kaldı ki, biraz önce o
korkunç depremle birlikte tamir edilen yolların da, ayakta kalan binaların
da… Öhö öhö… Yok, yok, Allah’ın izniyle… Eee, bunu da atlatacağız inşallah!
İblis: -Öyle inşallah-maşallahla olmuyor bu işler!
Neyse, biz o çaresiz insanların halini görmeye dayanamayacağız artık! İşi gücü
bırakıp kendimiz yardım organize etmek üzere geri dönüyoruz. AFAD’dan da, Kızılay’dan da kimseleri görmedik! Ha, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyesinin ekipleri
yardım için geliyorlarmış, belki de yolda karşılaşırız onlarla…
İblis, umut kırıcı konuşmasının etkisini gördükten sonra, ekibiyle birlikte arkasına bile bakmadan uzaklaşırken, Tuncer dizleri üzerin çöker ve içli içli
ağlamaya başlar!
Abdurrahman: -Yapma Tuncer! Sen de gördün yoldaki
çalışmaları, iş araçlarını, yardım konvoylarını, askeri araçları… Birlikte
görmedik mi? Yılmaz, sen de bir şeyler söylesene!
Yılmaz, haberci
oldukları izlenimini vermeye çalışan ekibin arkasından bakarak: -Doğru! Doğru kardeşim, çok doğru! Ama ben
takıldım şimdi; sen, “yardım konvoylarını bizzat gördük” demene rağmen,
hayâsızca aynı yalanı tekrar etmeye devam eden o şerefsize takıldım ben! Bu
tavır, yani; ‘söylediği yalan yüzüne tokat gibi vurulduğu halde, aynı yalanı
tekrar etme haysiyetsizliği’ sana da birilerini hatırlattı mı?
Abdurrahman: -Takılma kardeşim ya! Çok daha önemli işlerimiz var
bizim. Toparlanıp bir an önce şehre gidelim ne olur! Hadi Tuncer abim sen de
doğrul biraz, yıkılma abim, güzel abim hadi, Allah’tan ümit kesilmez! Daha
yolun başındayız, hadi abim hadi, hadi, hadi…
Abdurrahman, Tuncer’in boynuna sarılarak
O’nu teselli ederken, Yılmaz'ın durdurduğu bir araç, onları Lütfi Köker Bulvarına kadar götürür. Üç arkadaş, araçtan indikten sonra Trabzon Caddesine doğru şaşkın ve korku dolu bakışlarla yürürler.
(Devamı yarın)
Yarın 3. Bölümde görüşmek
üzere…
Görüş ve önerilerinizle birlikte, yazmış olduğumuz deprem diyaloglarına eklenebilecek yaşanmışlıkları, bilgi ve fotoğrafları, paylaşılmak üzere sayfamızın altındaki ‘yorum girin’ bölümüne veya efraimasafdogan@gmail.com adresine yazınız/gönderiniz lütfen!
Yorumlar
Yorum Gönder